Follow this blog with bloglovin

Follow on Bloglovin

12 Temmuz 2013 Cuma

Sis ve Gece / Ahmet Ümit


Sis ve Gece / Ahmet Ümit
251 Sayfa
Doğan Kitap

Her kritik olayda böyle pencerelerde bekler beni. Ona nasıl görünüyorum acaba? Uğradığı düş kırıklığı adımlarına yansıyan sünepe bir adam... Yok canım, Melike'nin gözünde ben hep güçlü bir erkek olmuşumdur. Ama belki de bu güçsüz, bitkin halimi seviyordur. Böylece, bana daha yakın oluyor, yardım etme fırsatı buluyor. Şefkat, özveri hep ağır basmıştır Melike'de... Belki onun silahı bu, iyiliğiyle, özverisiyle karşısındakini baskı altında tutmak. Onu bırakamamamda bu özelliklerinin etkisi olmadı mı? Belki de kurnazca davranıyor, bütün bu özveri, bu anlayış erkeğini yitirmemek için yaptığı bir gösteri. Yok canım, bu kadın beni seviyor. Hep de sevdi. Ya ben?
(45. sayfa)

---------------------------------------------------------------------------

Ne kadar da masum görünüyorlar. Sanki geceleyin dışarı çıkmalarına izin vermeyen babalarına kızmış gibi bir halleri var. Kimseyi onların terörist olduğuna inandıramazsınız. Aralarında ellerine hiç silah almamış olanları da var, ama çoğunluk ya polis katili ya banka soyguncusu. İnancın ne kadar yıkıcı bir silah olabileceğini bir kez daha görüyorum. Bu genç beyinler, bu tutkulu kişilikler doğru bir yöne kanalize edilebilseydi ülkeye ne kadar yararlı olurlardı diye yazıklanmaktan kendimi alamıyorum.
(72. sayfa)

-----------------------------------------------------------------

Belki yadırganacak bir durum; ikisiyle birlikteyken hiç suçluluk duymuyordum; ne Mine'ye ne de Melike'ye karşı. Sanki iki kadınla yaşamak benim için normal bir şeydi.
Mine'yle ilişkim başlamadan önce karımdan sıkıldığımı hatırlıyorum.  Hatta aramızdaki sevginin iyice tükendiğini düşündüğüm anlar bile oluyordu. Ama Mine'yle ilişkiye girince tuhaf bir biçimde evliliğim de canlanmaya başladı. Melike'yi bambaşka bir gözle görme olanağı buldum.
Birine aşıktım, ötekini seviyordum. İkisiyle birlikte mutluydum. Tek sorun bu duygumu ikisine birden anlatmayışımdı. Kendime itirafta güçlük çeksem de sanırım Melike'den ayrılmayışımın nedeni de buydu...
(88-89. sayfa)

----------------------------------------------------------

Yeni kuşak gerçekten de çok farklı. Belki de böyle olması gerekiyor. Dünya çok hızlandı. Amcamın anlamadığı da bu. Ülke çıkarları, yurtseverlik, bunlara bağlı olarak da istihbarat anlayışı çok değişti. 
Belki de yeni gelenler düzeltecek teşkilatı... Çağın gereklerine uygun yapı kuracaklar. Çünkü onlar devleti, ülkeyi yalnızca kendi malları gibi görmüyorlar. Belki memurca yaklaşıyorlar, ama bu daha mantıklı değil mi?
(146. Sayfa)

-----------------------------------------------------

Yağmurdan iki damla, kulaklarında küpe:
saçlarında sarhoş ikindi esintileri:
aysız gecelerin dantelleriyle örülü kirpikler:
dudaklarında pembe kanatlı bir kelebek:
tenin sabah güneşinde buğday rengi:
gözlerinde kıvranan derin siyahi istek...
Biraz eğ başını, hafifçe gülümse, oldu.
Işık uygun, harika bir fotoğraf olacak bu;
bir de fonda şu cüzamlı yeryüzü olmasa!
Ah, kurumuş deniz toprağındaki gümrah baca!
Ah, aç yolcuları taşıyan ekmekten tekne
yine de seviyorum seni sakın kıpırdama!
(153. sayfa)

----------------------------------

22 Haziran 2013 Cumartesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa


Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa
128 Sayfa
Alkım Yayınevi

Hasta çocuklar, yanlarında ailelerinden birer büyük insan, ki hastalarından daha endişeli görünüyorlar ve bir anne, pelerinini iliklemek bahanesiyle omuzu sarılı çocuğunun sırtını okşuyor: Onu biraz sonra çekeceği acıya hazırlamak için.
(7. sayfa)

-------------------------------------------------------------------------------

Ben de o muayene odasının ve nice muayene odalarının önünde senelerce bekledim. Benim yanımda büyüğüm de yoktu. Yalnız başıma demir parmaklıklı kapıdan içeriye girerdim, dokuzuncu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm, camlı kapıların garip bir beyazlıkla gözlerime vuran ve içime korku ile karışarak yuvarlanan parıltıları arasında koridora girerdim ve yalnız başıma bir köşeye ilişirdim, kımıldamazdım, susardım, beklerdim, korkudan büzülürdüm, rengimin uçtuğunu hissederdim.
( 9. sayfa)

----------------------------------------------------------------------

Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür. 
(14. sayfa)

----------------------------------------------------------

Odadan gündüz ışığıyla beraber bana ait her şey çekiliyor: Evime ait hatıralar, kalabalıklar, sevdiklerimin sesleri, birçok şekiller, hayatımın parçaları, Erenköy, köşk, tren, vapur, fakülte, doktorlar, hastabakıcılar, hayatın gürültüleri, şehir, gündüzün sesleri her şey uzaklaşıyor. İçimde bir boşluk. Garip ve büyük bir his, derinliklerime doğru kaçıyor, gizleniyor. Ruhum karartılarla, sessiz ve şekilsiz gölgelerle, eşya arkasına saklanan hayaletler gibi kendilerini göstermeden korkutan meçhul varlıklarla dolu.
(113. sayfa)

-----------------------------------------------

Zaman yürümüyor, dakikalar korkunç bir sıkıntı içinde uzuyorlar, hatta dağılıyor, birikmiyor, toplanmıyor ve bir çeyrek saat olamıyorlar.
(114. sayfa)

------------------------------------

Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, alışkanlığın verdiği hissizlikle, sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü benden uzak; onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde, çelikli damarlarında, arkadaşımın otururken rahat gerilişlerinde, bacaklarını uzatışlarında, korkusuz bakan gözlerinde görüyorum.
(124. sayfa)

------------------------.

Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilacı ıstıraptır. İkisinin çarpımı: Sevinç.
(127. sayfa)

-------------

Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.
(128. sayfa)

-----

18 Haziran 2013 Salı

Kral Fidyesi / James Grippando


Kral Fidyesi / James Grippando
469 Sayfa
Çeviren : Enver Günsel
Truva Yayınları


Torbada bir sürü harita ve seyahat kitabı vardı ama bunları ortaya çıkarıp herkese Kolombiya'ya yalnız başına giden basit bir turist olduğumu ilan etmek istemiyordum. Kitapları zaten birkaç kez okumuştum. Bogota'nın bazı bölgelerinin Miami'yi andırdığını ve bazı semtlerde ise vahşetin kol gezdiğini öğrenmiştim. Bogota'da geleceğin mimarisi, eski koloni kiliseleri ve Kolombiya öncesinden çağdaş sanata kadar çok şey sergileyen dünya çapında müzeler olduğunu biliyordum. Şehrin sokaklarında çeşitli zenginle fakiri, yük katırlarıyla pahalı Porsche arabaları bir arada görebiliyordunuz. Şehirde pek çok büyük ve lüks restoran vardı. Aslında bir turist olarak gelip görebileceğim bir yerdi ama insanı korkutan bir de istatistiği vardı; her saat bir insan öldürülüyordu  şehirde. Ölümlerin bazıları kaza sonucuydu ama günde en az sekiz cinayet işleniyordu; yılda iki bin beş yüz kişinin de "bilinmeyen nedenler" sonuncu öldüğü düşünülürse bu sayı daha da artabilirdi. Yıllık cinayet olaylarının oranı Miami, New York, Atlanta ve Los Angeles toplamından yüksekti.
(146. sayfa)

-----------------------------------------------------------------

Bir ilişkinin bitmesinin nedeni, taraflardan birinin daha mantıklı düşünmeye başlaması ya da hatalar yapmış olmasıdır.
(157. sayfa)

-----------------------------------------------

"Ben onu üzmek istemiyordum. Onunla tanıştığımız zaman, daha önce bir yıl içinde iki ilişki yaşamış, sevmiş ama her ikisinde de sevilmemiştim. 'Aşk' sözcüğünün çok kullanılan ama pek çok sözcük gibi anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım ama pek çok sözcük gibi anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım. Onun için bir kadına 'Seni seviyorum.' dediğim zaman bunun bir ömür boyu bir anlam ifade etmesini istiyordum. Bu kararım beni bir çukura doğru götürüyordu ama anlayamadım. Kendi kafama göre, Jenna'ya sevgimi söylediğim zaman bunun aynı zamanda evlenme teklifi gibi anlaşılmasını istiyordum. İşte bu yüzden zamanı gelsin diye bekledim durdum.
(158. sayfa)

----------------------------------

"Allah balık avında geçen saatleri insana verdiği yaşam süresinden çıkarmaz." (balıkçı deyimi)

16 Haziran 2013 Pazar

Orman / Harlan Coben


Orman / Harlan Coben
487 Sayfa
Çeviri : Elif Sezginci
Martı Yayınları


Ölüm basittir aslında. Tahrip edici bir yıkım topuzudur. Size vurur, paramparça olursunuz ama bir süre sonra toparlanırsınız. Ama o bilinmezlik, o şüphe, o çok hafif umut ışığı içinizi acımasız bir mikrop gibi kemirip durur. Çürümeyi durduramazsınız. Yenilenemezsiniz. Kuşkunun içinizi kemirmesine mani olamazsınız.
(21. sayfa)
--------------------------------------------------------------------------

Hükümetten nefret edebilirsin ama halkından asla. Memleketin hep memleketin olarak kalır. Her zaman.
(130. sayfa)

------------------------------------------------------------------

Mezarın üzerinde taze çiçekler vardı. Biz musevilerde böyle bir adet yoktu. Çiçek yerine mezarın üzerine taşlar koyardık. Neden olduğundan pek emin olamasam da bu hoşuma giderdi. Bu canlı ve parlak çiçeklerin karımın gri mezarının üzerinde durması midemi bulandırıyordu. Karım, güzeller güzeli Jane'im şu yeni toplanmış zambakların iki metre altında çürüyüp gidiyordu. Bu bana ona yapılmış bir hakaret gibi geliyordu.
(174. sayfa)

---------------------------------------------------------

Sanki bir cerrah iş başındaydı. Zamanı eğip büken bir cerrah. Son yirmi yılı bir darbede kesip atmış, on sekiz yaşındaki beni şimdiki otuz sekiz yaşındaki benle karşı karşıya getirmek için ortaya çıkartmış ve bütün bunları hemen hemen hiç dikiş atmadan yapmıştı.
(250. sayfa)

-----------------------------------------------

Bir kişinin elinde veri olmadan teorilerden yola çıkması büyük bir hatadır. Çünkü sonra o kişi teorileri gerçeklere uydurmak yerine gerçekleri teoriye uydurmak için çarpıtmaya başlar.
(324. sayfa)

-----------------------------------

Değişik politik görüşteki insanlara ihtiyacımız olduğuna inancım çok fazla. Hatta tamamen apayrı fikirde olduğumuz ve hatta için için nefret beslediğimiz insanlara da. Hayat onlarsız çok sıkıcı olurdu herhalde. Bir düşünsenize: Sol olmazsa sağ da olmaz. Ve ikisi olmazsa ortası da olmaz.
(330. sayfa)

----------------------

"Cinayet denen şey çok zalimce," diye devam etti. "Tanrı bir plan yapmış ve doğada belirli bir düzen var. Sonra biri gelip bu düzeni bozuyor. Eğer olayı çözerseniz içiniz biraz rahat edebilir. Alüminyum folyoyu buruşturmak gibi bir şey. Eğer katili bulursanız buruşuk folyoyu biraz düzleştirmiş oluyorsunuz. Ama aile için o alüminyum folyo bir daha asla paketten alındığı haline dönmüyor."
(385. sayfa)

19 Şubat 2013 Salı

Yazdan Kalan / Tansu Bele


Yazdan Kalan / Tansu Bele
162 Sayfa
T.C. Kültür Bakanlığı
Basım 1999

-" Bu oyun baştan aşağı olasılıklar oyunu" diyor. Belki haklıdır, ne diyeyim? Koşullanma sorunu, yaşama bakış açısı gibi bir şey satranç: Kurguların düzeni, bir bakıma... Hayallerin başını alıp gitmişliğine, delibozuk karmaşasına bu oyunda yer yok! Onları düzenin koşullarına bağlayarak üretmek var! Oyunu kuralına göre oynayacaksın, beceremedin mi yandın gitti...  

--------------------------------------------

-"Yaz bir gün biter. Tükenir. Bahçelerin yeşillerde çiçeklenen düşlerinden çeker alır ışığını. Biterken de, gereksiz bir yük gibi fırlatıp atmaktan çekinmez güzün sert avuçlarına bulutları. Yok olmak kaçınılmazdır yaz için. Ama güçtür. Yok olabilmesi için ilkin düşlerinden cayması gerektiğini o da bilir."

-----------------------------

..Bende kafa olsaydı onca yıl okuyup taşra doktoru mu olurdum be Şefika? Yıllarca süründük Anadolu'da. Hiç anlamam onu bunu: Bir apartmanla bu iş tamam. Paralar cebe. Bende kafa olsaydı...Bu ev yerine daha o zamandan düşünürdüm yapsatçılığı ama işte: Sana beğendiremem diye korktum. Belki bahçeli bir ev olursa hanım hoşnut olur, babasının yalısını aramaz dedim. Hoş bilirim; sen şimdi benim bu kararıma da karşı çıkarsın ya, bana vız gelir. Gücüm kalmadı belki ama aklım başıma geldi. Bende kafa olsaydı...Daha o zamandan ben dikerdim buraya apartmanı. Alt katına da şöyle şık mı şık bir Urfa kebapçısı açtım mı köşeyi dönerdim. Doktorluk moktorluk vız gelirdi be. Para kazanırdım para! Yok çocuk okutacağım, yok hanımı hoşnut edeceğim diye onca yükü... Neymiş? Aman görgümüze, kültürümüze, İstanbul'umuza zarar gelmesinmiş. Hadi ordan! ben mi kaldım bu sırtımızdan yiyicilerin, vur patlasın çal oynasıncıların, denizinin, dağının, taşının bekçisi? Herkes sanki ne yapıyor? Eksik olsun be... Para para diye diye ben benden geçtikten sonra..."

15 Şubat 2013 Cuma

İşte Hayat Böyledir / Ömer Sevinçgül


İşte Hayat Böyledir / Ömer Sevinçgül
116 Sayfa 
Zafer Yayınları
Basım 2001

Akik, bir taştır. Gül, bir çiçektir. Arı, bir böcektir. İblis, bir şeytandır. Hame, bir cindir. Cerail, bir melektir. Ben, bir insanım. Kendi türünü temsil eden bu varlıklar arasında yerim neresi benim?
Kimim ve kimin içinim?
"Nefsini bilen, Rabbini bilir." Madem öyle, ben önce kendimi bilmeliyim. Rabbimi tanımak ve dünyadaki yerimi belirlemek için kendimi bir anahtar gibi kullanmalıyım. Çevremdeki her şeyi de o zaman anlayabilirim ancak. Zira, bakılandan ziyade, "bakış" önemli. Kendimi tanırsam, "insan'ı da tanımış olurum. "Cüzi'ler, "külli'lerin aynasıdır.

------------------------

Aslım topraktır, ama ruhum görünmez fezalarda uçar. Gayb ile şahadet bende buluşur, mana ile madde bende birleşir. Efendi de benim, köle de. Hiçbir şeyim ve her şeyim. Hem noktayım, hem kainat. Her şey benim için, ben Onun içinim. Cihanın sultanıyım, ama Onun kuluyum. Zirveyim, seçilmişim. Omuzum da üstünlük nişanı takılı, akıl nurudur başımda parlayan.


11 Şubat 2013 Pazartesi

Kırk Yılda Gelen / Emine Minay


Kırk Yılda Gelen / Emine Minay
77 Sayfa
Kavram Ajans Yayıncılık
Basım 1992

Bugün birlikte olabilmenin içtenliğiyle yaşıyor ve paylaşıyoruz. Dünyalarımız yer yer ayrı olabilir, farklı zevklerimiz de olabilir ama düşünebilmek yaşamı paylaşmak bu duyguyu anlamamızı sağlıyor. Birbirimize hak vermemiz gibi bir derdimiz yok, çünkü biz hakkıyla yaşamayı öğrendik, günahı ve sevabı ile yaşanılan şu zaman dilimini akıldan yana, sevgiden yana kullanmayı öğrendik. Her şey gerilerde kaldı tüm paylaşılanlar, bize bu günleri getirdi. İnsanları, yaşamı, içinden çıkılmaz kılan bizler hiç düşünmeden, sevgisizce suçluyoruz nedenini, niçinini düşünen yok gibi, varsa bile suçlamak hemen yanı başında bekliyor. Akılcı düşünmek yerine yanlışı yaşamak bizler için öyle veya böyle daha kolay bir yanılgı.

10 Şubat 2013 Pazar

Merhaba

Okuduğum kitaplardan ilgimi çeken beğendiğim kısaca çarpıcı bulduğum alıntıları bu blogum da paylaşacağım . Sizler de okuduğunuz kitaptan alıntı yaptığınız yazınızı ve çektiğiniz fotoğrafı kitaplardanalintilar@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. Lütfen kendi çektiğiniz fotoğrafları gönderin. Kitaplardan alıntılar dışında isterseniz kitaplarınızın yada ayraçlarınızın fotoğraflarını da gönderebilirsiniz. Kitapla ilgili her şey kabulümdür. Katılımlarınızı bekliyorum. Şimdiden teşekkür ederim.